selamikaranfil moderatör
Üyelik: 01 Ocak 2005
Durum Online: Offline Mesaj: 242
|
Gönderildi: 27 Agustos 2007 - 08:48 | IP Kayıtlı
|
|
|
(BU YAZI sanatalemi.net SİTESİNDE YAYIMLANMIŞ OLUP AYNEN AŞAĞIYA ALINMIŞTIR. BU VESİLE İLE MERHUM METİN TEKİN HOCAMIZA RAHMET DİLİYORUZ. RUHU İÇİN BİR FATİHA LÜTFEN...)
Köyünü yazan adamın vedaı
Üç gün önceydi. Bâbıâli’de yine kadîm dostları ziyaret ediyorum. Rastladığım bir arkadaş, Işıklar Kitabevi’nin sahibi Abdullah Işıklar’ın oğlunun kalp krizi geçirdiğini ve vefat ettiğini söyledi. Genç yaşta yakalamış kriz… Çatalçeşme Sokağı’ndaki dükkânının önünden geçiyorum Abdullah Bey’in. Kapalı. Cenaze dolayısıyla kapı örtük. Rahmet diliyorum içimden. Biraz daha ilerliyorum, Defne Han’a yaklaşırken bir başka yayıncı dostum, Mesut Zeybek’in ağabeyinin de ahirete göç ettiğini söylüyor. Hay Allah… Han’a giriyor ve üçüncü kattaki İttihat Yayıncılığa çıkıyorum. Mesut Bey üzgün, hüzünlü. Yanında Yusuf Özarslan var. Taziyede bulunuyorum, birkaç cümle, biraz sohbet. Ve ölüme dâir konuşmalar…
Oradan çıkıp bu sefer uzun zamandır göremediğim, Marifet Yayınları’nın sahibi Ömer Ziya Belviranlı’ya uğruyorum. Zaten Mesut Bey’le bitişik büroları. Aynı katta da Akış Yayınları’nın sahiplerinden, yazarımız İsmail Fatih Ceylan oturuyor. Ömer Ziya Bey ile muhtelif meseleler hakkında konuşuyor, sohbet ediyoruz. Bir ara, “Herhalde tanırdınız, Metin Tekin’i kaybettik. Rahmete kavuştu. Önceki gün aniden kalp krizi geçirmiş ve emr-i Hak vâki olmuş.” deyiverdi. Şaşırdım, kaldım. Aynı dakikalarda aldığım bu üçüncü vefat haberi. Allah Allah diyorum kendi kendime. Ölüm Babıâli’de kol mu geziyor bugün? Bugün pek tekin değil etraf. Fazla dolaşmayayım. Neredeyse her rastladığım yayıncı dostumdan bir ölüm, her girdiğim yayınevinden bir vefat haberi duyacağım. Üstelik üçü de kalp krizi, üçü de ani ölüm… Ne denebilir ki, “takdir-i ilâhî”den başka… Rahmet dilemekten başka ne yapılabilir ki?
İnsanoğlunu bütün vefatlar üzer belki ama, tanıdıkların ölümü daha bir yaralar galiba… Metin Tekin’in ölümü de böyle bir yara açtı içimde. Çünkü tanırdım, sessiz, mütevazı ve beyefendiydi. Daha çok yazarımız Dursun Gürlek ve senarist, Sır Kapısı filmlerinin başlatıcısı senarist Mehmet Uyar ile dolaşırdı. Sanırım komşu idiler, Ümraniye’de aynı mahallede otururlardı. Nâdir de olsa Kubbealtı’na uğrardı, çoğunlukla da Dursun Bey’le birlikte. Son olarak Mehmet Uyar ile Türkocağı’nın önünde gördüm. Geçen seneydi. Karacaahmet Mezarlığı’na Safiye Erol’un vefat yıldönümü münasebetiyle Mehmet Uyar ile birlikte gelmişti. Romancının mezarı başında dua etmiş, fatiha okumuştuk. Şimdi de Metin Bey’in ruhuna fatihalar okuyoruz. Dünya ahvâli… Dedem Korkut’un deyişiyle gelimli gidimli dünya…
KENDİ HÂLİNDE BİR YAZAR
Metin Tekin, kendi hâlinde bir yazardı. Pek iddialı değildi esasında. Ortalığı manken yazarların doldurduğu bir zamanda kenara çekilmeyi tercih etmişti. Kendisine şiirlerine ve köyüne adamıştı âdeta. Şimdi biyografisine bakıyorum.
1956 yılında Amasya’nın merkez köylerinden Akyazı’da doğmuştu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Suluova’da okumuştu. Lise yıllarının her biri ayrı bir okulda geçmişti Tekin’in. Amasya Lisesi, Üsküdar Lisesi, Dinar Lisesi... 1977 yılında İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu sonunda. 1993 yılında Lisansını tamamladıktan sonra çeşitli okullarda öğretmen ve idareci olarak çalışan yazarın şairliği de vardı. Gönüller Doyuran Sofralar şiir kitabının adıydı. Son olarak Kadıköy Anadolu Lisesinde Fizik Öğretmeni olarak görevini sürdüren Metin Tekin’in Asırlık Yazımız kitabı, 2004 yılının Ağustos ayında Biyografi Yayınları arasında neşredilmişti.
Metin Tekin, 29 Mayıs 2004 tarihinde Ümraniye’deki evinde, uzun bir çabanın sonucunda ortaya çıkan kitabı için şu sunuşu kaleme almıştı:
“Ne kadar geç kalındığını, ne kadar geç kaldığımı hazırlık çalışmaları sırasında daha iyi anladım. Hemen hemen herkes de aynı şeyi söyledi: ‘Keşke otuz sene önce böyle bir çalışma yapılsaydı.’ Keşke!...
Keşke dedelerimiz hatıralarını kaleme alsalardı. Bugün; 93 Harbini, Yemen Çatışmalarını, Balkan Savaşlarını, Sarıkamış Harekatını, Çanakkale Harbini, İstiklâl Harbini, Cumhuriyetin Kuruluşunu daha iyi anlardık. Tarihin en büyük değişim dönemlerini yaşamış ve aktif olarak içinde yer almış olan dedelerimizden bir satırlık kayıt yok. Tarihe ışık tutacak, ufukları genişletecek nice bilgileri beraberlerinde alıp götürmüşler.
93 Harbinin dehşetine şahit olmuşlar. Yürekler yakan bir göç yaşamışlar. Yemen'de, Balkan Harbinde bulunmuşlar. Sarıkamış Dağlarına tırmanmışlar, Ruslarla çatışmışlar. "Çanakkale geçilmez!" demişler. Yunan�ı İzmir'e kadar kovalamışlar. İzmir Kalesine İlk Türk Bayrağını dikmişler. Koca imparatorluğun çöküşüne, yeni bir devletin kuruluşuna şahit olmuşlar. Baskılar, acılar, kıtlıklar...yaşamışlar. Çoğu okumuş insanlar. Ama tarihi yapanlar, yazmasını sevmiyor. Yazmamışlar. Bize, anlatılanları derlemek düştü. İçim yana yana, gözlerim dolu dolu, ah vah ede ede kırık dökük hatıraları bir araya getirdim.
Dedelerimiz yaptıklarını, şahit olduklarını; çocukları, torunları da dinlediklerini yazmamışlar. Sohbete dayalı bir anlayış var bizim kültürümüzde. Yazarak dağarcığımızı zenginleştirmek anlayışı yerleşmemiş. Çok şey yapanlar, çok şey bilenler de çok konuşmamış. Buna belki vakitleri de olmamış. Çok konuşanlarda ise, bir şey yok.
’Zararın neresinden dönülse kârdır’ anlayışı ile, hafızalardaki bilgilerin tamamını derlemeye çalıştım. Bunun için belki üçyüzü aşkın insanla görüştüm. 4 Temmuz 2003'de Cuma namazını kıldıktan sonra Besmele çekip işe koyuldum. Köyümüzün sevilen ve sayılan şahsiyetlerinden Mehmet Ak'ın kapısını çaldım ve semaver başında ilk bilgileri kaydetmeye başladım. Akyazı'da, Amasya'da, Suluova'da, Ankara'da ve İstanbul'da görüşmeler yaptım. İzmir'de ve diğer illerde oturan köylülerimizle, adı geçen yerlerde görüşme imkânlarım oldu. Kendisinde bir satırlık da olsa bilgi bulunduğu söylenen herkese ulaşmaya çalıştım. Kayda değer olan ve birbirleri ile örtüşen bilgileri kayda aldım. Yazarken, incitmekten değil de bilgilerin kaybolmasından çekindim. Failleri yaşayan insanların olaylarını, kayda alıp, geleceğe bıraktım. Bizde herkesin gurur duyacağı bir geçmiş var. Ufak tefek pürüzler , ‘gül-diken’ misaline benzer. Üzülmek, kırılmak isteyene ise, bahane çok. Hatalarımızı, ‘tövbe’ kapısından içeri girerek temizledik. Kul hakkını ise, son derece önemsediğimden, dileyene, bedel ödemeye hazır beklerim. Canımızı yakmak isteyene canımız feda.”
YORULMAYAN BİR ARAŞTIRMACI
Ve Metin Tekin, dur durak bilmeden arşiv çalışmalarına yönelir bu kitabı hazırlamak için. Nüfus İdaresine gider. Köyün 1893’ten beri tutulan nüfus kayıtlarını alır, inceler. Kayıt bilgilerinden haberdar olanlarla görüşür, yanlışları düzeltir. Göçlerden sonra köyde kalanların tam listesini hazırlar ve köyün soy ağacını ortaya koyar. Dedelerinin ve köy büyüklerinin askerlik bilgileri için Milli Savunma Bakanlığı arşivinde araştırmalar yapar daha sonra. Oradaki kayıtları tetkik eder, bilgileri notlarına aktarır. Bu kadarla da yetinmez Metin Tekin. Ankara ve İstanbul’daki Devlet Arşivlerinde çalışmalarına devam eder. Velhasıl, erişebildiği, ulaşabildiği her yere gider, araştırmasını tamamlar ve ortaya Asırlık Yazımız isimli eserini koyar. Gerçek ilim adamlarını tenzih ederim, ama bugün doçentlik tezlerini hazırlayanlar bu kadar çaba harcıyorlar mı acaba, bilemiyorum…
Bu eser, merhum yazarın “Akyazı” köyünün âdeta bir haritası, bir envanteridir. Büyük boy 528 sayfalık bir eser. Kitap dört bölümden oluşuyor. “Göç, Kuruluş ve Sonrası” adını verdiği birinci bölümde, göç olayı ve kuruluş yılları özetlenmiştir. İkinci bölüm, “Dünden Bu Güne, Sabahtan Akşama Hayat” adını taşıyor. Yazar, burada da göçten sonra Akyazı'da yaşanan hayatı yansıtıyor. Üçüncü kısım “Anlı Şanlı Yazımız” adını taşıyor. Burada yaşanmış hikâyeleri, anlatılmış efsaneleri duymak, dinlemek mümkün. Yazar, dördüncü bölüme , “Soy Ağacımız” demiş. Niçin bu adı verdiğini de şöyle izah ediyor:
“Bu ağaç elbette dikenleri olmakla beraber, gerçek bir gül ağacı. Besmele ile hayat bulmuş, Kelime-i Tevhitle hayat sürmüş insanların yer aldığı ağaç, elbette ki gül ağacıdır. Bütün kalbimizle diler ve dua ederiz ki, bu güller cennet bahçelerinde yeniden açacak, Peygamberimizin gül halkasında bulunabilme şerefine ereceklerdir. Bu duanın böylece sonuçlanması için; herkesi, önce herkese haklarını helal etmeye, sonra da bu kitabı okudukça; ‘en az üç İhlas, bir Fatiha’ okumaya davet ediyorum.”
Ben yazıma ara verip merhumun isteğini yerine getirdim. Ey bu satırların okuyucusu, lütfen sizler de biraz nefeslenin ve bu halisane talebi yerine getirin.
Sunuş, bir veda yazısı gibi. Sanki Metin Bey, erken vefat edeceğini hissetmişçesine vasiyetini yerine getiriyor, dilek ve temennilerini belirtiyor ve şöyle devam ediyor ilerleyen satırlarda:
“Kalplerimizdeki kin ve nefret duygularını sadece Allah düşmanlarının üstünde tutalım. Allah'ı sevenleri ise kayıtsız şartsız sevelim. İki dünyada da huzur ve mutluluğun kaynağı, dışımızda değil, içimizdedir. İçimizi bütün kötülüklerden temizleyelim. Dua edelim; her konuda olduğu gibi, bu konuda da Allah yâr ve yardımcımız olsun. Herkesi sevgi ve saygı ile selâmlıyor, dünyada cenneti hak etmeyi, cennette de birlikte olmayı diliyorum.”
Kitapta Akyazı köyünün tarihçesi, gelenekleri, masalları, hikâyeleri, şairleri, geçmişteki ulu şahsiyetleri, kısacası bu güzel köyümüzün serencâmı anlatılıyor. Birbirinden güzel fotoğraflar ve 200 sayfalık kocaman soyağacı… Bütün köylülerin şeceresi… Kolay mı bunları yapmak? Bazen kendi ailemizin soyağacını ortaya koymaktan âciz kalıyoruz. Ama idealist insan, vefalı hoca Metin Tekin bir ömür törpüsü olan bu işe koyulmuş, kolları sıvamış ve Akyazı gibi bir köy için devâsâ bir eser vücuda getirmiş. Köylüleri de mutlaka bu çalışmanın kıymetini biliyorlardır, buna inanıyorum. Bu kitabı okumayan bir Akyazılı kalmış mıdır, sanmıyorum.
KÖY HASRETİ
Metin Tekin’in yazıya merakını bilirdim ama doğrusu şairliğinden habersizdim. İşte 2001 yılında yazdığı ve doğduğu topraklara olan hasretini dile getirdiği “Köyüme Yolculuk” şiiri…
Köyümün yolları gül rengi toprak
Üzeri örtülü kül rengi çorak
Çağırır yeşil hep kucak açarak
Mavi tüllerin altında yolculuk
Yolun son virajı bizden biridir
Geldik ciğerlerin bayram yeridir
Kasvet olmaz burada hayat diridir
Göğün en güzel k atında yolculuk
Var da gör güzellik nerde karşılar
Zümrüt bir gerdanlık serde karşılar
Nazar etmek pek hoş der de karşılar
Özlemdir gönül tahtında yolculuk
Kitabın kapağında köyün güzel bir fotoğrafı var. Başlık da şöyle yazılmış: A sırlı K YAZIMIZ. Uzaktan kitabın adı “Ak Yazımız” şeklinde okunuyor. Ortada ‘Sırlı’ kelimesi var. Hoş bir cinas. “Akyazı” deyince hem köyün adı, hem de talihli bir hayat ifade ediliyor. Velhâsıl kitap, sarı zemin üzerindeki kapağıyla önce dikkat çekiyor ve kendisini sevdiriyor. Bu kendi alanında belki de bir ilk olan kitap hakkında güzel yazılar kaleme alınmış. Ama en güzeli bence müşterek dostumuz Mehmet Uyar’ın. Okuyalım isterseniz:
“Köy bir dünyadır. Özlenen bir dünya.
Kültürel özellikleri, sosyal yapısı ve tarihi geçmişiyle, havası, suyu, toprağıyla özlenen bir dünyadır köy.
İçimizde yer etmiş,
İçinde yaşamayı hayal ettiğimiz bir dünya.
İşte böylesi köylerden bir köy.
Akyazı.
Amasya’ya bağlı küçük bir köy. Şimdi sessiz , bir rüyaya dalmış gibi sakin. Çoğu insanları büyük kentlere göç etmiş. Kış aylarında sadece yaşlılar bulunur; geçmiş günlerin hayaliyle gezinirler sokaklarında.
Akyazı konuşmak istiyordu. Meramını, hayatını anlatacak bir kalem arıyordu bir asırdır.
Her köy gibi onun da bir söyleyeceği vardı.
Yazar Metin Tekin, köyünün bu sesini yüreğinde duydu ve kaleme sarıldı. Uzun araştırmalar, titiz çalışmalar sonucunda
Akyazı’nın her şeyini anlatan bir kitap yazdı: “Asırlık Yazımız”
Böylelikle Akyazı, dünyada hiç bir köye nasip olmayan dev bir kitaba kavuştu.
Metin Tekin’in kaleminden asırlık tarihini, geleneklerini göreneklerini, meşhur şahsiyetlerini, ilginç yürek yakan hikayelerini, hasretini, derdini sevincini, hayallerini anlattı.
Ve Akyazı, asırlık portresiyle edebiyat dünyamıza girmiş oldu.
Kitapta Akyazı bütün özellikleriyle anlatılıyor.
Köyün ilginç ve meşhur şahsiyetleri, adetleri gelenekleri, sosyal ve ekonomik durumu, hikayeleri ve tarihi geçmişi..
Kitabın en önemli ve farklı kılan özelliği , kitabın sonunda köyde yaşayan bütün ailelere ait bir soy ağacı bölümünün bulunmasıdır.
Köyde yaşayan bütün ailelerin soyağacı büyük bir titizlikle tek tek yazılmış, böylelikle Akyazı ruh kazanmıştır.
Bir köy için anlatılması gereken her şey yazar tarafından bütün detaylarıyla en ince hatlarına kadar yazılmış.
Yazarın titiz, hassas, ciddi araştırmaları ve çalışmaları sonucunda ortaya çıkan bu eser, edebiyat ve kültür tarihimizde önemli bir örnek teşkil edecektir.
İlk kez bir köy, böylesine detaylı, böylesine içten bir dille ve sonundaki soy ağacıyla böylesine titiz bir kitaba kavuşuyor.
Bu da Akyazı’nın şeref duyacağı asırlık yazısı olsa gerek.
Anadolu’nun tarihini, kültürel yapısını tanımak istiyorsanız bir köye bakın.
O köyde Anadolu’nun hikayesi gizlidir.
O köy Anadolu’nun özetidir.
Akyazı böyle bir köy.
Aslında asırlık yazımızı okurken Anadolu’nun asırlık yazısına şahit olacaksınız. Bir köyün hikayesinde Anadolu’yu daha yakından tanıyacaksınız.
Bu tür eserler genelde üniversitelerde tez olarak ele alınır ve donuk, statik akademik bir üslupla yazılır.
Asırlık yazımız, bu tür eserlerden çok farklı. Yazarın samimiyeti kitabın her sayfasında hissediliyor. Bu da kitaba sıcaklık ve akıcılık veriyor. Özgün ve samimi anlatımıyla okuyucuyu hemen yakalıyor, sayfalar boyunca bir köyün dünyasına sokuyor.
Kitapta ,
Sefer Efendiler, Cafer Dedeler, Ali Çavuşlar, Hüseyin Pehlivanlar� hepsiyle tanışıyoruz.
Ve köyün asırlık tarihinde yer eden, bütün Anadolu köylerinin yaşadığı Yemen, Sarıkamış , Çanakkale ve İstiklal Savaşı hatıraları kitabın en etkileyici bölümleri...
Asırlık yazımız, model bir eser.
Ülkemizde bulunan 40 bin köye örnek teşkil edecek bir kitap.
Bir köyü ruh olarak, kültür olarak yansıtan Anadolu portresi asırlık yazımız.
Asırlık Yazımız’ı okurken sadece bir köyü tanımış olmayacaksınız. Bir köyün dünyasında Anadolu’nun mert samimi insanlarıyla tanışacaksınız. Yemen’de yanacak, Sarıkamış’ta donacak, Çanakkale’de yaralanacak, istiklal savaşında haykıracaksınız.
Asırlık Yazımız’ı okurken kendinizi Akyazı Köyü’nde hayal edecek, Anadolu’nun sırlı yazısıyla tanışacaksınız.”
FIKRALAR ŞİİRLER
Kitapta çok hoş fıkralar da var. Bir cimrinin durumunu anlatan bu fıkralardan birisini nakletmek istiyorum:
“Bizim köyden birisi bir yere misafir olmak istiyor. Aldığı cevap ilginç:
Ekmek istersen Allah vere
Su istersen aha dere
Yatak istersen geldiğin yere.”
Mehmet Tekin’in 1976’da kaleme aldığı ve köyüne olan hasretini dile getirdiği “Köyüme Mektup” şiiri güzeldir. Gurbete çıkmış birinin duygularını şu mısralar ne güzel terennüm ediyor:
Yerinde mi köyüm
Bağları bahçeleri
Selvi kavaklı dereler
Yerinde mi
Ahşap iskeleti çıkmış evler
Yeşil kubbeler ve
Yeşil minareler
Güneşin sıcak bakışlarıyla
Eridi mi
Tepelerdeki karlar
Yeşerdi mi ekinler
Yeşerdi mi çimenler
Yeşile boyandı mı
Tarlalar
Kırlar
Ayva ağaçları çiçeklendi mi
Sardı mı dereleri
Nane kokuları
Şırıl şırıl akıyor mu
Vadilerdeki pınarlar
Yoksa kesildi mi
Billur suları
Sildi mi yağmurlar
Patika yollarda bıraktığım
Ayak izlerimi
Düzeldi mi yoksa
Yokuşlar
Tırmandıkça sızlatan
Çocukluk dizlerimi
Deli rüzgâra uyup da
Salınıyor mu
Evlerin üzerine doğru
Selvi kavaklar
Bereket fışkırıyor mu
Kar sularını emmiş
Kara topraklar
Çiçekli yaylalarda
Kuzular meleşiyor mu
Çobanların kaval sesleri
Dağlarla söyleşiyor mu
Culalı Kaya'dan yükseliyor mu
Bir bulut gibi kuşlar
Yayılıyor mu dağların ovaların üzerine
O kartal bakışlar
Çırçır deresinde kol geziyor mu
Korkular
Güneşi gözlerden saklıyor mu
Tepelerdeki korular
Kurbağa sesleri geliyor mu derelerden
Ninniler söylüyor mu söğüt dallarında
Serçeler
Kar gibi eriyor mu göz kapaklarında
Uykuya doyulmaz
Geceler
Karışıyor mu birbirine
Köpek ulumaları horoz sesleri kanı gıcırtıları
Ve bölünüyor mu uykular
Bölünüyor mu geceler
Uyanıyor mu güneşle birlikte
Uyuya kalmış duygular
Sararıyor mu başaklar
Sararıyor mu başaklarda taneler
Dişeniyor mu tırpanlar
Dişeniyor mu düvenler
Seviniyor mu
Bolluk bereket mevsimini sevenler
Karaçam tepesinden iniyor mu rüzgâr
Deli deli
Ayırıyor mu buğdayları samanından
Akşam üstleri esen
Harman yeli
Zümrüt taneli üzümler taşınıyor mu bağlardan
Pekmez için ateşe konuldu mu kazanlar
Geldi mi düğünler mevsimi
Kavuştu mu birbirlerine
Kalplerine ateşle
Bu kararı yazanlar
Yağdı mı yağmurlar
Tav oldu mu tarlalar
Uykuya daldı mı toprakta
Tohumlar
Başladı mı ahırlarda
Çifte çifte doğumlar
Geliyor mu serin serin
Kıştan duyumlar
Kış geliyor ben gelemiyorum
Dönüyor mevsimler
Ben dönemiyorum
Zihnimden hiçbir şeyini
Silemiyorum
Köyüm
Ben gelemem sen gel
Gönlümden esen rüzgârlara
Bin gel
Özledim özledim
Taştı sabrım hislerim
Yolunu gözlerim
Yoruldu gözlerim
Özledim özledim
Taştı sabrım hislerim
Görmek isterim
Görmek isterim
Yazarlar bazen gökyüzünde dolaşır, uzay masalları anlatırlar. Bazen de denizaltlarında binlerce fersahlık hikâyeler döktürürler okuyucularına. Bazen dünyada bazen mâverâdadır ehl-i kalem. Ama her birinin doğduğu bir köyü, kasabası vardır. Unutuverir bazı yazıcılar doğup büyüdüğü yeri. Hâlbuki, o topraklar besleyip büyütmüştür onları analar gibi… Soğuk sularından içirmiştir, emzirir gibi… Unutulması revâ mı sılanın? Memleketin terki sığar mı hiç vicdana?
Metin Tekin bir örnektir bu konuda. Bundan böyle hangi yazarı görsem memleketini anlatmış, hangi romancı köyünü, kasabasını dile getirmişse hatırlayacağım onu.
Evet, çok sessiz ve sade bir hayat yaşadın, doğru. Ama eserinle yaşayacaksın inan. Öğrencilerin unutturmayacak seni, dostların seni nisyana terk etmeyecek. Hele köylülerin, “Akyazı”lılar kimbilir belki de şimdiden adını vermeye başladılar bile köyün yoluna, okuluna, kütüphanesine… Basında çıkmaz ölüm haberin, gazeteler, televizyonlar, radyolar bahsetmez. Ama dost gönüllerdeki yerin ana sayfalardaki gibi manşetlerdedir. Bak duyuyor musun, bu satırları okuyanlar sana ihlaslar, fatihalar, yasinler yolluyor durmadan, hissediyorsun değil mi? Ruhun şad, mekânın cennet ola aziz insan, Metin Hoca!
Not: Merhum Metin Tekin’in “Asırlık Yazımız” kitabının dağıtımını Marifet Yayınları yapıyor. Meraklısı için adresi veriyorum.
Yerebatan Caddesi Çatalçeşme Sokak No:27/3 Cağaloğlu/İSTANBUL
Telefon 0 (212) 5262270-5139225
|